Herkes iyidir inşallah. Sağolun ben de iyiyim...
Sağ el bileğim ve sağ omuzumun boynum ile birleştiği yerden tutulmuş bir meslek hastalığından muzdarip şikayetçiyim. Bunun dışında Akhilleus gibi, ayak bileğimden vurulmadıkça ölmem merak etmeyin.
Sabah servisi kaçırınca, bu kezlik, o mağrur gururuma "kes lan" deyip, ezik ezik arabayı istedim eşimden. Eşimin iş yeri eve yakın olduğu için. Ayyy yazııık. Ben bugün geç gideceğim sen al anahtarı dedi. Oysa ki daha dün olan küçücük bir çizik bıraktığı kazada senin numaranı verdim fotoğrafanı çektim gönderiyorum, çen halledermiçin demişti. Kararını değiştirmeden topuklayıp çıktım evden. Cebeciden Gölbaşına üç vesait gidemezdim... :)
Neyse ki gardiyanlar durumu farketmeden hücreme döndüm...
*
Gölbaşında penceresiz bir toplantı salonun yarım sırtlık koltuğuna yaslanıp, sırtımın kalan kısmını ve başımı duvara yasladım. Kendimi ayağında bir bebeği uyutan anne gibi, hafifçe ayaklarımla sallayarak yazıyorum size bu satırları...
Birazdan çay servisi başlayacak avluya çıkacağız...
Bu yaşadığımız açık cezaevinden, yıllık izin dediğimiz şartlı tahliyem var. İki gün sonra.
Bazen resmi tatiller ile birleştirip süreyi uzatabiliyoruz.
Buzlu camlı kapıyı itince yuvasından çıkan bilyenin sesi bozuyor soğuk odanın uğultulu sessizliğini. Önüme konulan kağıt bardak çayı alıp kapıyı açık bırakarak avluya çıkıyorum...
*
Avludayım. Güneşi sol yanağıma alıp, az önce sırtımı yasladığım duvara şimdi omuzum ile yükleniyorum. Ah bu kalıp duvarlar. Nasılda, tabu tuğlaları ile örülüp kalıp yargılar ile dikilmişler hayatımıza...
Sarı yaz başladı dışarda. Doğa ağır ağır yaprak döküp soyunurken, güneşin saçları her gün biraz daha kısalıyor. Hala içimizi ısıtıyor olmasının ümit ve çoşkusu, yakında saolacak olmasının korku ve hüznüne bulaşıyor. Ümit, hüzne karışıyor...
Pandemiden dolayı kulplu cam bardakları alıp kağıt bardakla çay veriyorlar. Sabah soğuğunda eskiden, elimizi ısıtır parmaklarımızla sarılır, sıcak camdan yayılan çayın ısısı, ruhumuzda baharı bekleyen bir serçe kuşunun kıpırtısını yansıtırdı...
Açık cezaevleri gibi büyüyüp giden bu şehirler
Adına şehir dediğimiz bu açık cezaevinin avlusunda sırtımı ısıtan güneş ile vedalaşıp geçiyorum yine geldiğim yoldan penceresine kuş konmayan hücreme...
Dışardan gördüğünüz o devasa açık cezaevinde her gün aynı yolları yürüyen milyonların gerçek hayat hikayelerinden özet geçmeye çalıştım size...
Onaylanan şartlı tahliyem ile iki gün sonra, oraya gideceğim yine, oraya.
Hani şu, huzurun çok pahalı olmadığı, sobasını yakınca, ince ince çıtırdayan, dağ başında ıpıssız, sepsessiz bir ormanın içindeki o ahşap ev var ya. Çamların uğultusunda kendinle konuşurken, araya giren o isli çaydanlığın cızırtısına gideceğim.
Orada Görüşürüz...