Korkularınızı Yenin

Herkese kısa bir selam ile direkt konuya giriyorum. Ekim ayının sonuna geldik. Kış yaklaşıyor yavaş yavaş. Tabi aynı hızda yeni yılda yaklaşıyor. Biliyorum-biliyorum. Bloga girip yeni yazılar görmeyince üzülerek çıktığınızı bu derece de kendimi size sevdirdiğimide biliyorum.
Biraz şımarmak benim de hakkım.
İletişim formundan mesaj gönderenler sizlere en kısa sürede cevap vereceğim.
Şimdi direkt konuya giriyorum...
Şimdi size ev de oturduğum yerde serçe parmağımı salon sehpasına niye vurduğumu ve üç günlük tatili ev de seke seke yürüyerek kendime nasıl zehir ettiğimi anlatacağım.
Önemli uyarı: bu yazıyı okurken sıvı şeyler tüketmeyiniz veya bir şeyler yemeyiniz, zira; ya pıskırarak çıkarmak ya da mideniz bulanıp kusmak zorunda kalabilirsiniz, baştan uyarayım. Ha bir de kızmayın bana, dümdüz yazıyorsun diye, bu yüzden on senelik emeğimi çöpe atıp anonim dünyaya geçtim. Ekşi sözlükte yazmıyorum artık, ora da söveceğime, burada kendi sayfamda sövmek daha iyi geliyor bana...
Neyse serçe parmağım bandajlı şuan salondaki yemek masasının başındaki tekli sandalyeye oturup ayaklarımı masanın altından yan sandalyelere terliğimi çıkarmadan uzattım, göbeğimi de sandalye ile masa arasına sıkıştırarak kendimce rahat bir pozisyon aldım. Hani böyle soğuk bir kış akşamı, çayını- kahveni, mısırını-cipsini, viskini alıp sevdiğin bir sinemayı izlemek ya da tv keyfi yapmak için kanepeye uzanıp kendini bi güzelce yerleştirdikten sonra bir bakarsın ki  kumanda diğer kanepe de ya da ulaşamayacağın kadar uzak bir yer de, nasıl söver insan nasıl kızar kendine, işte öyle oldu, ben de masaya kuruldum ama vilsını yanıma almayı unuttum...
Şimdi hikayeye başlıyorum şöyle bir arkanıza yaslanın ve size anlatacaklarımı bir güzelce okuyun.


Sene 90 lar çocuğum köy de doğup büyüdüm ben, hani köy evlerinin yanın da bir de kuruluk derler bilindik adı kömürlük, köylü kışlık yakacağını, odunu kömürü ihtiyaç malzemelerini ununu yemini samanını arabasını traktörünü, buğdayını sakladığı yerdir. Köylerde buna kuruluk denir. Eski köy evlerinin tuvaletleri burada olur. Çoğunlukla bu kurulukların altı ahırdır. Kışın çok üşür ya da eve sığmazsak bu kuruluklar da oynardık. Şimdi anladınız mı size anlatmak istediğim yerin nasıl bir yer olduğunu, kuruluk adı kuruluk, köylünün ardiyesi yani, anlayın artık.
Bir yaz günü ben çocuğum bu kurulukta ki tuvalette müdürün verdiği görevi yerine getiriyorum. Ha bir de bu kurulukların üstü çatı olur altında tavan felan olmaz o yüzden adına kuruluk diyorlar. Böyle öğlen sıcağı, müdür dedi ki, git dedi tuvalate benim işi hallet sen de rahatla ben de rahatlayayım. Neyse tuvalate çömmüşüm, eskiden AS-900 kamyonlar olurdu, onlar böyle rolente de çalışırken birden gazı çok verir gövdeyi titreterek hor hor ederdi. Bir de çocuğum ya müdür yere değmesin diye, çömünce kollarımı diz kapaklarımın kırıldığı yere sıkıştırıp müdürü yüksekte hava da tutmaya çalışıyorum. Dikkatimi vermişim.
Bir çıtırtı tam tepemde, jurassic parkta dinazorun binaya girdiğinde gölgesi duvara vururduya, kiremitlerin arasından giren güneşte zeminde yazı balonları gibi şekiller çıkarıyor. O şekillerden biri de böyle kapanıyor açılıyor. Ben de dışarı da bir ağacın gölgesi, rüzgarla sallanarak çatıyı serinletiyor sanıyorum. Biraz sonra bu yazı bulutunu güneş tekrar açarken zeminde değişik bir gölge belirdi. Kollarım bacaklarımın arasında yavaşca kaldırdım başımı, dinazor ile çocuğun burun buruna geldiği gibi, ne göreyim, ben tuvalette müdürü rahatlatıyorum, tepemde bir fare de güneşleniyor...
Aman tanrım dedim (ananı zikim yani). Korkudan nasıl sıçradımsa, müdürün ödü bokuna karıştı. Kollarımı bacaklarımın arasından almayı unuttuğum için, sıçrayınca çömdüğüm yerden, tuvaletin kınnap ipi ile bağlı olan ahşap kapısını, matadorun elindeki kırmızı brandaya açılarak vuran boğa gibi kafam ile vurup açtım kapıyı. Ama nasıl korkuyorum.
Bir elim boğazımda tişörtü tutuyorum koynuma atlar, bir elimle de ayak bileklerime kadar inen pantolonumu çekmeye çalışıyor, koşamadığım için kanguru gibi zıplayarak kaçıyorum.
Hacıt aman tanrım diye diye kaçtım tuvaletten ama nasıl çıkıyorum. Kuruluktan dışarı kendimi attığımda kıçı güneşte kalmış tavuk gibiydim aha şimdi de etrafa rezil olacaz diye götün götün geri kaçıyorum farenin kucağına ve don düşmesin diye iki bacağımla gerdirmişim, hazır fare atlarsa hava yastığı yapsın seke seke insin hayvan. Kuruluğa geri döndüm. Korkularımla yüzleşmem lazım, baktım ki hayvan çoktan kaçmış. Durum normal ortam sakin üstümü başımı toparlayıp temizleyip çıktım kuruluktan. Bu arada bakın burası çok önemli kuruluk diyorum tavanı olmayan çatılı yapı köylünün ardiyesi yani yeter anlayın artık. Şimdi bilinç altında yatan korkuyu anlttıktan sonra günümüze dönelim.

Yıl 19, ekim sonları.

Havalar yavaş hissettiriyor kendini yaklaşıyor kara kış. Her akşam yaptığım şey çoluk çocuk uyuduktan sonra salondaki üçlü kanepeye uzanıp telefonu kurcalarken bir duble bir şeyler yudumlarım. Işığı söndürmüşüm etraf karanlık, bir ara terliklerimi çıkarmışım kedi gibi gereiniyorum ayaklarımı ileri doğru itip gerdiriyorum kendimi. Sonra karanlıkta terliklerimi bulamadım. Ayağımı gezindiriyorum halının üzerinde kanepenin altına felan zemini yokluyarak terliğimi bulmaya çalışıyorum. Bir ara ayağıma tüylü bir şey değdi, ayağımı oynatınca oda oynadı ve bir an da ayağımın üstüne çıktı o tüylü şey, ama nasıl bir korku ananı zikim dedim. Korku ile nasıl sıçradımsa  ayağımın üzerindeki şey karşı duvara fırladı. O korku ile elektriğe kapılmış gibi nasıl ayaklarımı savurdum ise serçe parmağımı salon sehpasının ahşap ayağına bir topa vurur gibi açılarak vurdum. O an korkudan ve sıcaklığından bir şey hissetmedim. Bu fare bu eve nerden girdi. Bunların hesabını yaparken ışığı yakmaya çalışıyorum. Öyle bir canım yanmaya başladı ki serçe parmağımı kes daha iyi, ışığı yaktığımda ne görsem. Kafamı zikim zaten dördüncü kata fare nereden gelsin. Tüm her şey geçmişte bir yerde yatan korkulardan kaynaklı...

İşte bundan dolayı üç gündür izinliyim serçe parmağım şişti kocaman. Tüm her şey geçmişte alımın bir yerlerinde yatan fare korkusundan oldu. Ya ayağıma takılan neydi biliyor musunuz ?
Bu fotodakinin kelebekli olanı.

Faydeon

Merhaba Ben faydeon Burası benim 2007 yılından beri kendim için oluşturduğum özel alanım, tarihe notlar bırakmak ve özgürce yazmak için buradayım. Ayrıca hayattan öğrendiklerimi burada paylaşıyor bilgiyi toplayıp herkese dağıtıyorum. Ben geçmişten topladığım çiçekleri gelecek baharlara ekiyorum. Ayrıca sayfamda küçük çapta eticaret yapıyor, şimdiye kadar öğrendiğim ücretli ve ücretsiz bilgileri sizler için bu vitrinde sergiliyorum. Ücretsiz bilgilerime inanabilir, ücretli bilgi ve hizmetlerimi güvenle alabilirsiniz. Ben bilgime güveniyorum. Sayfamda keyifli zaman geçirmeniz dileğimle, yazılarla buluşuruz. twitter telegram instagram email

6 Yorumlar

Mesajınız iletildi admin kontrolünden sonra yayımlanacaktır. Teşekkürler.

  1. Vahhh hacitt mudurunu saglam tutcan istee🤣🤣👍

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. müdür işte tarihteki ve günmüzdeki rolleri hep aynı :)

      Sil
  2. Şu anlatırken yaşatmanız var ya çok harika ya :))) bütün hikayelerini okumak isterdimlütfen arayı uzatma tşkler :) :) :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizi olayın içine çekebildim ise ne mutlu demek ki bu işi yapabiliyorum. Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim.:)

      Sil
Daha yeni Daha eski

نموذج الاتصال